Roma’yı fethedeni fetheder Roma,
Alt edilen iken alt eder.
Onun durduğu yerde bekler Tiber tek başına;
Ama o da telaşla akar gider.
Bak feleğin işine. Şehirler geçip gidiyor hâlâ;
Yerinde kalanlarsa, akıp duran nehirler.
Joachim du Bellay, Antiquitez de Rome
Çeviri: Niran
20 Haziran 2014 Cuma
Kediler Nasıl Ortaya Çıktı
(Ya da Masallar Gerçek Olsaydı Kediler Nasıl Ortaya Çıkmış
Olurdu)
Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru gözlerini açtığında kendini yeni bir bedende, yumuşak bir yatakta, sıcak ve tüylü bir yaratığın yanında buldu.
İlk düşüncesi, “Miyav!” oldu. Pisili gezegenindeki korkunç iktidar savaşına, tek bir kedinin bile canlı kalamayacağından korkmuştu çünkü.
Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru, Pisili’nin tek hakimiydi. Kedi Tanrı Pisili-Mav kedi ırkını o gezegene koyduğundan beri bu böyleydi ve yeniden doğum yetenekleri sayesinde, nesiller boyunca aynı kedi düzeni içinde, huzur içinde yaşayıp gitmişlerdi. Arada bir kimin kral olması gerektiği konusunda savaş ediyorlardı gerçi, ama şimdiye dek hepsini Maru kazanmıştı. Geçmiş yeniden doğumlarını yanlış saymamışsa, bu Maru’nun 75,734.bedeniydi.
“Yavruluğa bayılıyorum!” diye düşündü Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru gerinerek. Sıcak tüylü bedende, yani bu doğumundaki annesinin karnında meme ucu arandı.
Birdenbire hoyratça yattığı yerden kaldırıldı, evirilip çevirildi.
“Hiiii! Anneee, bu çok tatlı,” dedi bir kız çocuğu, şimdi eski Mısırca olduğunu bildiğimiz kadim insan dilinde.
“Neler oluyor?” diye tısladı Maru.
“Bak, tatlım, bu da çok şeker,” dedi daha pes, daha gür bir ses.
Yakından bir başka itiraz miyavlaması duyuldu.
Önceki iki sesten daha da kalın, daha da gür bir ses konuştu, “Hangisini seçecekseniz seçin. Bana sorarsanız burada birbirinden farkı olmayan dört küçük pire torbası var!”
“Anneee, bunu alalım,” diye mızıldandı en ince ses.
“Bana el sürmeye nasıl cüret edersiniz!” diye kükredi Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru, kendi dilinde. “Ben kedilerin imparatoru, Yüce Kedi Maru’yum!”
“Hayır! Maru benim!” diye kükredi yanındaki kedi yavrusu.
“Maru benim!” diye itiraz etti bir başkası.
“Hayır! Maru benim!” diye ekledi yavruların dördüncüsü.
“Hepiniz kesin sesinizi. Maru benim!” diye miyavladı anne kedi kararlı bir sesle.
İnsan ailesi küçük kızın elindeki kediyle birlikte uzaklaşırken, Maru feryat ediyordu. “Ama nasıl olur! Tahtım! İmparatorluğum! Pati ver bana, Ey Yüce Pisili-Mav!”
Heyhat! Pisili-Mav ona yardım edemezdi.
Pisili gezegenindeki en son iktidar savaşında hayatını kaybeden Maru’nun yeniden doğacak ruhu, savaşın sebep olduğu manyetik fırtınalarda boyutlar ötesi bir evrene uçmuş, dünya gezegenindeki benzer, sivri kulaklı, tüylü, uzun kuyruklu bir ırkın içine girmişti. Ve boyutlararası yolculuğun garip bir cilvesiyle, artık bu gezegende doğan her kedi aynı ruhla, Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru’nun ruhuyla doğuyordu.
Bir anlık aydınlanmayla bu gerçeği kavrayan Maru’nun gittikçe uzaklaşan sesi duyuldu. “Hayır! Olamaz! Pisili-Maaaaaaaaav…”
İşte bu yüzden gezegenimizdeki her kedi, evin ya da sokağın tek hükümdarı oymuş gibi davranır.
İşte bu yüzden kediler asla gülümsemez, çok önemli biri onlara çok kötü kazık atmış gibi devamlı surat asar.
İşte bu yüzden hep hizmet beklerler ve hep kaprislidirler.
Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru gözlerini açtığında kendini yeni bir bedende, yumuşak bir yatakta, sıcak ve tüylü bir yaratığın yanında buldu.
İlk düşüncesi, “Miyav!” oldu. Pisili gezegenindeki korkunç iktidar savaşına, tek bir kedinin bile canlı kalamayacağından korkmuştu çünkü.
Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru, Pisili’nin tek hakimiydi. Kedi Tanrı Pisili-Mav kedi ırkını o gezegene koyduğundan beri bu böyleydi ve yeniden doğum yetenekleri sayesinde, nesiller boyunca aynı kedi düzeni içinde, huzur içinde yaşayıp gitmişlerdi. Arada bir kimin kral olması gerektiği konusunda savaş ediyorlardı gerçi, ama şimdiye dek hepsini Maru kazanmıştı. Geçmiş yeniden doğumlarını yanlış saymamışsa, bu Maru’nun 75,734.bedeniydi.
“Yavruluğa bayılıyorum!” diye düşündü Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru gerinerek. Sıcak tüylü bedende, yani bu doğumundaki annesinin karnında meme ucu arandı.
Birdenbire hoyratça yattığı yerden kaldırıldı, evirilip çevirildi.
“Hiiii! Anneee, bu çok tatlı,” dedi bir kız çocuğu, şimdi eski Mısırca olduğunu bildiğimiz kadim insan dilinde.
“Neler oluyor?” diye tısladı Maru.
“Bak, tatlım, bu da çok şeker,” dedi daha pes, daha gür bir ses.
Yakından bir başka itiraz miyavlaması duyuldu.
Önceki iki sesten daha da kalın, daha da gür bir ses konuştu, “Hangisini seçecekseniz seçin. Bana sorarsanız burada birbirinden farkı olmayan dört küçük pire torbası var!”
“Anneee, bunu alalım,” diye mızıldandı en ince ses.
“Bana el sürmeye nasıl cüret edersiniz!” diye kükredi Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru, kendi dilinde. “Ben kedilerin imparatoru, Yüce Kedi Maru’yum!”
“Hayır! Maru benim!” diye kükredi yanındaki kedi yavrusu.
“Maru benim!” diye itiraz etti bir başkası.
“Hayır! Maru benim!” diye ekledi yavruların dördüncüsü.
“Hepiniz kesin sesinizi. Maru benim!” diye miyavladı anne kedi kararlı bir sesle.
İnsan ailesi küçük kızın elindeki kediyle birlikte uzaklaşırken, Maru feryat ediyordu. “Ama nasıl olur! Tahtım! İmparatorluğum! Pati ver bana, Ey Yüce Pisili-Mav!”
Heyhat! Pisili-Mav ona yardım edemezdi.
Pisili gezegenindeki en son iktidar savaşında hayatını kaybeden Maru’nun yeniden doğacak ruhu, savaşın sebep olduğu manyetik fırtınalarda boyutlar ötesi bir evrene uçmuş, dünya gezegenindeki benzer, sivri kulaklı, tüylü, uzun kuyruklu bir ırkın içine girmişti. Ve boyutlararası yolculuğun garip bir cilvesiyle, artık bu gezegende doğan her kedi aynı ruhla, Kedilerin Kedisi Yüce Kedi Maru’nun ruhuyla doğuyordu.
Bir anlık aydınlanmayla bu gerçeği kavrayan Maru’nun gittikçe uzaklaşan sesi duyuldu. “Hayır! Olamaz! Pisili-Maaaaaaaaav…”
İşte bu yüzden gezegenimizdeki her kedi, evin ya da sokağın tek hükümdarı oymuş gibi davranır.
İşte bu yüzden kediler asla gülümsemez, çok önemli biri onlara çok kötü kazık atmış gibi devamlı surat asar.
İşte bu yüzden hep hizmet beklerler ve hep kaprislidirler.
* * *
Kedilerin dünya üzerinde ortaya çıkışı böyle olmadı. Ama kedileri tanıyan herkes aynı fikirdedir:
aslında böyle olması gerekirdi.
23 Ocak 2013 Çarşamba
Was parenting always as difficult as this?
I have a problem dealing with child raising and most of the time, I don't know what to do.
The basic premise is to help her grow up to be a part of the world she will live in, belong to it and thrive in it.
Only, times and systems are changing and it doesn't help when decision makers of your country have their own agenda and don't care how your individual child turns out, and/or simply don't know how to deal with change.
I want her to be knowledgeable, an independent thinker, creative and productive, but also someone who recognizes her responsibilities and fullfils them, and as a result, be a well adjusted, satisfied individual. It is not as easy as saying it.
There is a rift between what I want her to be and do, and what she is and doing, and I need to find a way to bridge that rift.
I know my child. Rewards and punishments donot work. Threats about taking her priviliges away are cruel and unrealistic. And as I am the one who knows her best and as noone is as interested as me in solving this problem, I need to find a solution. . I need to find a solution especially tailored for her, to mobilize, motivate and get results.
Where is the balance between forcing a schedule on her and letting her find her way?
The basic premise is to help her grow up to be a part of the world she will live in, belong to it and thrive in it.
Only, times and systems are changing and it doesn't help when decision makers of your country have their own agenda and don't care how your individual child turns out, and/or simply don't know how to deal with change.
I want her to be knowledgeable, an independent thinker, creative and productive, but also someone who recognizes her responsibilities and fullfils them, and as a result, be a well adjusted, satisfied individual. It is not as easy as saying it.
There is a rift between what I want her to be and do, and what she is and doing, and I need to find a way to bridge that rift.
I know my child. Rewards and punishments donot work. Threats about taking her priviliges away are cruel and unrealistic. And as I am the one who knows her best and as noone is as interested as me in solving this problem, I need to find a solution. . I need to find a solution especially tailored for her, to mobilize, motivate and get results.
Where is the balance between forcing a schedule on her and letting her find her way?
8 Ocak 2013 Salı
What's the use of creativity without productivity?
People are constantly whinging about creativity and how school doesn't encourage it.
I believe that productivity (the way you use your energy, time AND creativity) is more important that creativity alone. I can be the most creative person, but it is of no use if I can't find ways to channel that creativity into productivity.
And society doesn't encourage productivity. It encourages us to pay for what others produce, not produce ourselves. When many people produce, some will find the channel for creativity. If we don't produce, I don't think it is of much use if we are creative or not.
I believe that productivity (the way you use your energy, time AND creativity) is more important that creativity alone. I can be the most creative person, but it is of no use if I can't find ways to channel that creativity into productivity.
And society doesn't encourage productivity. It encourages us to pay for what others produce, not produce ourselves. When many people produce, some will find the channel for creativity. If we don't produce, I don't think it is of much use if we are creative or not.
4 Temmuz 2012 Çarşamba
Bana ürün satmak isteyenlere bilgi...
Rica edeceğim, bana artık yalnızca tasarım, malzeme, işçilik ve hizmet satın. "Marka" satmayın.
Ne idüğü belirsiz, içi boş bir "marka" kavramı için önüme fahiş fiyat gelmesine sinir oluyorum. Kalsın, ben "marka" almayayım. Alana da engel olmayayım. "Pazarda" benim gibi müşteriler olduğunu da bilin ama. "Marka" aldatmacasını daha ne kadar sürdürebilirsiniz, bilmiyorum, zira marka olarak tanıdığım ve fahiş fiyat çekmeyen, sevdiğim, saydığım bir sürü yer var...
Ne idüğü belirsiz, içi boş bir "marka" kavramı için önüme fahiş fiyat gelmesine sinir oluyorum. Kalsın, ben "marka" almayayım. Alana da engel olmayayım. "Pazarda" benim gibi müşteriler olduğunu da bilin ama. "Marka" aldatmacasını daha ne kadar sürdürebilirsiniz, bilmiyorum, zira marka olarak tanıdığım ve fahiş fiyat çekmeyen, sevdiğim, saydığım bir sürü yer var...
19 Ocak 2012 Perşembe
Observation about charisma...
I've always wondered at the function of charisma. I know it makes people gather around an individual and act collectively. Not that charisma always leads to good leadership, as studies show that there is a parallel between charisma and psychopathy.
I still don't know how charisma evolved, what function it has in survival, that it still makes people gather around charismatic people. Is it better to gather around charismatic people than not at all? What is about charisma that makes it good for societies? Is the functional thing charisma itself, or simply the fact that it is the factor that makes people gather and hence act collectively?
I just observed, or thought I observed, that when the leader/manager is charismatic, people face hardships more willingly than they would otherwise. If your leader is charismatic, rather than taking a critical approach to his ways, you accept what is demanded, you work long hours, accept harder work, even sourer behaviour.
That's HOW charisma functions. Now to the WHY of it. :)
I still don't know how charisma evolved, what function it has in survival, that it still makes people gather around charismatic people. Is it better to gather around charismatic people than not at all? What is about charisma that makes it good for societies? Is the functional thing charisma itself, or simply the fact that it is the factor that makes people gather and hence act collectively?
I just observed, or thought I observed, that when the leader/manager is charismatic, people face hardships more willingly than they would otherwise. If your leader is charismatic, rather than taking a critical approach to his ways, you accept what is demanded, you work long hours, accept harder work, even sourer behaviour.
That's HOW charisma functions. Now to the WHY of it. :)
14 Ekim 2011 Cuma
"Ellere var da bize yok mu..."
Halktan vergi topluyorsunuz. O vergiyle beslediğiniz orduyla başka ülkelere giriyorsunuz. Doğal kaynaklarına el koyuyorsunuz. Sonra o doğal kaynakları ülkenizin bazı şirketlerine teslim ediyorsunuz. Şirketler kâr yapıyor. Son.
Filmlerde söyledikleri gibi: parayı takip et.
ABD'de, "Biz %99'uz" diyenlerin asıl söylemeye çalıştıkları bu. Kazanılan bir para var, ama, tam olarak bu sözcüklerle olmasa da, "girişimi mümkün kılan para bizden çıkarken, kâra ortak olamıyoruz," diyorlar. Haklılar da.
Halk hareketleri ve devrimler nadiren saf idealist duygudan kaynaklanmış. İnsanların derdi "halkların kardeşliği" ya da "serveti dünyadaki her bireyin eşit paylaşması" değil, geçinebilmek, ülkenin ürettiği artı değere ortak olabilmek ve global ekonomi onlardan alıp zaten zengin olana veriyor.
Zaten zengin olanlar o serveti paylaşmanın bir yolunu bulsa, bu kadar sıkıntı olmayacak. Bir parça para onlardan çıkacak, halka dağılacak, elden ele geçecek, herkes biraz daha kazanacak, harcayacak, ekonomiyi canlandıracak. Ne de olsa, insanlarda para olacak ki, o şirketlerin ürettiği ürünleri satın alabilsinler. Ama para birkaç elde birikince atıl kalıyor, ekonomi yavaşlıyor.
Çoğu göreceli olarak zengin ülke benzer bir durum içinde. Mevcut düzen paranın akmaya devam etmesini sağlayamıyor. Ya bir yol bulacaklar, ya da halk değişiklik talep edecek, "devrim" olacak. "Kadayıfın altı kızardı mı, kızarmadı mı," gelecek olaylar "kanlı mı olacak, kansız mı," hep birlikte göreceğiz.
Filmlerde söyledikleri gibi: parayı takip et.
ABD'de, "Biz %99'uz" diyenlerin asıl söylemeye çalıştıkları bu. Kazanılan bir para var, ama, tam olarak bu sözcüklerle olmasa da, "girişimi mümkün kılan para bizden çıkarken, kâra ortak olamıyoruz," diyorlar. Haklılar da.
Halk hareketleri ve devrimler nadiren saf idealist duygudan kaynaklanmış. İnsanların derdi "halkların kardeşliği" ya da "serveti dünyadaki her bireyin eşit paylaşması" değil, geçinebilmek, ülkenin ürettiği artı değere ortak olabilmek ve global ekonomi onlardan alıp zaten zengin olana veriyor.
Zaten zengin olanlar o serveti paylaşmanın bir yolunu bulsa, bu kadar sıkıntı olmayacak. Bir parça para onlardan çıkacak, halka dağılacak, elden ele geçecek, herkes biraz daha kazanacak, harcayacak, ekonomiyi canlandıracak. Ne de olsa, insanlarda para olacak ki, o şirketlerin ürettiği ürünleri satın alabilsinler. Ama para birkaç elde birikince atıl kalıyor, ekonomi yavaşlıyor.
Çoğu göreceli olarak zengin ülke benzer bir durum içinde. Mevcut düzen paranın akmaya devam etmesini sağlayamıyor. Ya bir yol bulacaklar, ya da halk değişiklik talep edecek, "devrim" olacak. "Kadayıfın altı kızardı mı, kızarmadı mı," gelecek olaylar "kanlı mı olacak, kansız mı," hep birlikte göreceğiz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)