14 Ekim 2011 Cuma

"Ellere var da bize yok mu..."

Halktan vergi topluyorsunuz. O vergiyle beslediğiniz orduyla başka ülkelere giriyorsunuz. Doğal kaynaklarına el koyuyorsunuz. Sonra o doğal kaynakları ülkenizin bazı şirketlerine teslim ediyorsunuz. Şirketler kâr yapıyor. Son.

Filmlerde söyledikleri gibi: parayı takip et.

ABD'de, "Biz %99'uz" diyenlerin asıl söylemeye çalıştıkları bu. Kazanılan bir para var, ama, tam olarak bu sözcüklerle olmasa da, "girişimi mümkün kılan para bizden çıkarken, kâra ortak olamıyoruz," diyorlar. Haklılar da.

Halk hareketleri ve devrimler nadiren saf idealist duygudan kaynaklanmış. İnsanların derdi "halkların kardeşliği" ya da "serveti dünyadaki her bireyin eşit paylaşması" değil, geçinebilmek, ülkenin ürettiği artı değere ortak olabilmek ve global ekonomi onlardan alıp zaten zengin olana veriyor.

Zaten zengin olanlar o serveti paylaşmanın bir yolunu bulsa, bu kadar sıkıntı olmayacak. Bir parça para onlardan çıkacak, halka dağılacak, elden ele geçecek, herkes biraz daha kazanacak, harcayacak, ekonomiyi canlandıracak. Ne de olsa, insanlarda para olacak ki, o şirketlerin ürettiği ürünleri satın alabilsinler. Ama para birkaç elde birikince atıl kalıyor, ekonomi yavaşlıyor.

Çoğu göreceli olarak zengin ülke benzer bir durum içinde. Mevcut düzen paranın akmaya devam etmesini sağlayamıyor. Ya bir yol bulacaklar, ya da halk değişiklik talep edecek, "devrim" olacak. "Kadayıfın altı kızardı mı, kızarmadı mı," gelecek olaylar "kanlı mı olacak, kansız mı," hep birlikte göreceğiz.

30 Eylül 2011 Cuma

Translators are the scapegoats of the sector...

When everything is going well, they are not allowed to partake of the rewards.

When everything isn't going so well, they are made to share the punishment.

The translator of Chuck Palahniuk's book, Funda Uncu is being tried, along with the publisher, for up to 3 year prison sentence.

27 Eylül 2011 Salı

Which witch?

"The idea that women are natural liars has a long pedigree. The key document in this centuries-long tradition is the notorious witch-hunter's manual, the Malleus Maleficarum or The Hammer of Witches, which was commissioned by Pope Innocent VIII. The book was written by two Dominican monks and published in 1486. It unleashed a flood of irrational beliefs about women's "dual" nature. "A woman is beautiful to look upon, contaminating to the touch, and deadly to keep," the authors warned. They also claimed that "all witchcraft comes from carnal lust, which is in women insatiable"."

I really should find and buy this notorious book, or at least an interpretation of it. I really should find and buy a book about Witch Trials and the period that spawned it.

Above quote comes from a totally irrelevant news article about a murder trial, where a woman is one of suspects. The prosecutor accuses the woman of being a witch.


I am a woman, so I know a thing or two about women. A woman as a "contaminating" being? Having "carnal lust"? Being "Insatiable"?

I am curious.

According to the logic of the period, is  it the woman who is contaminating, or is it the man who feels he is "contaminating" the woman by touching her and then transferring the guilt to the contaminated. Remember honour killings, where the female victim of rape is killed to "clean family honour"?

Is it that a woman becomes a witch by carnal lust, or is it the man who cannot control his basic instincts and becomes something lesser than what he is, and then transfers this guilt to the woman? Remember how courts excuse jealousy murders by men of women.

Is it the woman who is insatiable, or is it that man is afraid of not being able to satisfy woman. Or that, because of social rules, the man is the insatiable one? And that fear of being unsatisfactory, or that insatiability, is transferred to the woman?

Were the men of the era punishing women for their own shortcomings or fears?

Remember how, today, a woman is either an angel or a slut.

Are the men in this, modern era punishing women for their own short comings or fears?

22 Nisan 2011 Cuma

Eleştiri...

Bir yanda iş yapanlar var, diğer yanda seyredenler. Bir yanda bir amaca ulaşmaya başlayanlar var, diğer yanda eleştirenler, ama hep eleştirenler.

İş yapanların bir kısmı benim dünya görüşümü paylaşmıyor. Çoğu kendi bencil hırsları için çalışıyor. Katılmasam da onların çabalarını anlıyorum, nereden gelip nereye gitmeye çalıştıklarını görebiliyorum.

Hep seyredenler? Hep eleştirenler? Onlara yakınlık duymakta güçlük çekiyorum, çünkü konu ne olursa olsun kafalarında bir ideal var. Bir işi yapmanın ideal yolu. İdealler, adı üstünde, ideal, ama. Ancak kafamızda oluşturduğumuz kusursuz, kontrollü dünyada var olabilen fikirler. İdeal gerçek dünyaya ayak bastığında karşısına dingildek bir zemin, değişken karakterli insanlar çıkıyor. Bu durumda, en azından bizim arzuladığımız işleri yapmaya çalışan insanlara taraf olmak gerekmiyor mu?

Ama hayır, oturucular beğenmiyor. Onu öyle değil, böyle yapmalıydı. Öyle değil, böyle demeliydi. Tercümesi, benim yaptığım gibi yapmalı, ben olsam diyeceğim şeyi demeliydi. Ama sen işi üstlendin mi acaba? Sen olsan gerçekten o şekilde davranıp, o şekilde konuşabilir miydin?

Çoğu konuda oturup bakanlardanım, ama seneler azıcık akıllandırdı beni. Umarım. Oturup bakıyorum, ama canım eleştirmek çektiğinde, ben olsam ne yapardım diye düşünmeye çalışıyorum. Yanıt her zaman aşikar olmuyor.

Bu yazı da, eleştirenler benim yaptığım gibi eleştirsin demeye getirdi. Demek ki yokmuş birbirimizden farkımız. :)

19 Şubat 2011 Cumartesi

What does Big Business do for us?

After the uprising in the North African and Middle Eastern countries, one writer from the Guardian suggests that the British government ban all weapons sales to authoritarian regimes.

Profits vs morality. That's an easy choice for policy makers.


It all boils down to who the governments represent. They want us to believe they represent the people, while in reality they only represent Big Business. After this point the real question is, what does Big Business do for the people.

14 Şubat 2011 Pazartesi

Yeni Anlaşma...

Dün çok moral bozucu bir gündü. Kendi ülkemizin siyasetinin nasıl yönlendirildiğini öğrenmek ve buna paralel olarak Bahadır Baruter için başlatılan sanal linç. Birileri kukla oynatırken gerçek insanlar acı çekiyor ve bunu kalp kırıklığı ile izlememek imkansız.


Bana öyle geliyor ki, insanımızın yüzde yüzü bu kukla oyununu görse ve tepki gösterse bile, kuklacılar bir şekilde oyuna devam edecekler. Benim tahminim, Wikileaks patlamasından sonra, mış gibi yapmak yerine (başka ülkelere özgürlük, demokrasi, refah götürür - müş gibi yapmak) oyunun adını koymaları olası. "Ülkenizi yönetiyorsak yönetiyoruz, bununla bir sorunun mu var?" gibi. Ama bu yalnızca bir fikir yürütme, herhangi bir desteği yok.

Bence bu yeni çağda, kuklacılara topyekun karşı çıkmaya çalışmak yerine (ki gık diyeni hapse attıkları, Ortadoğu diktatörlerinden birini indirip yenisini çıkardıkları bir ortamda bana daha mantıklı geliyor) yeni bir anlaşma zemini aramak gerekiyor.

* Kaz Dağlarım'da altın arıyorsan doğamı da koruyacaksın,

* Alışveriş merkezlerini ülkeme getirip perakende sektörünün kaymağını sıyırıp götürüyorsan yerli alım yapacaksın ve üreticiye düzgün ve zamanında ödeme yapacaksın,

* Montaj fabrikalarını getiriyorsan üretimi kısmen burada yapacaksın ve işçime düzgün maaş vereceksin,

ve bizim için geçerli olmasa da,

* Petrolümü alıp götürüyorsan gelirin bir kısmını burada bırakacaksın, düzgün bir siyasi sistemi, kültürü, eğitimi, kadın ve çocuk haklarını destekleyeceksin,

gibi şartlar öne sürmekten bahsediyorum. Elbette, bu yaklaşım kuklacıları kabullenmek gibi duruyor, ama onların bir yere gitmeye niyeti yok zaten. Birini kovsanız yerine bir başkası geliyor. Ben, bizden bağımsız dönen ekonomik düzenden kendi insanımızı faydalandırmak olarak bakıyorum.

9 Ocak 2011 Pazar

Do Something Man!

I have always been a worrier. I don't want to worry any more. I want to be someone who does something about it. Worrying sucks up your energy and leaves you with nothing to do something, makes you feel helpless, a victim. Doing something, be it relevant to the subject of the worry or not, is much better. You become the doer. The active agent, not the passive. I know I am on the way to being one of the doers, but not there yet. I want to be the do-something-(wo)man.