19 Ağustos 2010 Perşembe

Ütopya imkansız...

Siyaset meydanına baktığım zaman en yakın hissettiklerim bir ideali olanlar. Kastettiğim bir ideal kılıfıyla trilyoncukları ya da gemicikleri götürenler ve onların çevresinde yüzen küçük balıklar değil, gerçekten ideali olanlar, daha güzel bir dünya isteyenler, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inananlar ve bu amaçla elini taşın altına koyanlar.

Ama... Ama sonra bakış açısı kayıyor, düşünce dünyasından sokağa, gazetelere, televizyonlara dönüyorum, sahip olduğum birkaç bilgi ve deneyim kırıntısıyla çevreme bakıyorum ve diyorum ki, ideallerin bu dünyada şansı yok.

İçselleştirdiğim ve inançlarımı ona göre oluşturduğum bir fikirdi zaten, ama bir kanıya varırken bunu fark etmeden yaparım. Ancak sorgulandığı zaman düşünürüm, neden buna inanıyorum diye ve genelde yanıt orada, hazırdır. Tuhaf bir inanç oluşturma süreci mi? Tuhaf. Bana uyuyor mu? Uyuyor.

Birkaç gün önce yüzeye çıktı yine. Birkaç satırlık, pozitif ayrımcılık tartışmasından. Tartışma değil de, münazara diyelim, idealin ayrımsızlık olması gerektiği konusuna kimsenin itirazı yoktu. Mesele, ayrımsızlığa nasıl gidileceği idi. Pek çok başka toplumda da yaşandı, ideal belirlendi, yasalarla ortaya kondu, hatta aksi için cezalar belirlendi ve sonra ayrımsızlığın gerçekleşmesi beklendi. Olmadı. Olmuyor, çünkü idealin kendisi ütopyaların dünyasına ait, bizler ise gerçek dünyada yaşıyoruz.

Yukarıdaki örnekten yola çıkarsak, pozitif ayrımcılık, yani eşit koşullara sahip iki birey arasından tarihsel olarak ayrımcılığa maruz kalmış olanı, hatta bazen daha niteliksiz olmasına rağmen seçmek son derece gayrı-ideal bir durum. Eşitliğe inanan herhangi biri bunu sindirmekte güçlük çekiyor, idealin gayrı-ideal olanla telafi edilmesi gerçekten de idealin kendisini silip atmış gibi görünüyor. Ne yapmak lazım o zaman? Bir yanda nasıl olması gerektiği var, diğer yanda nasıl olduğu ve ikisi kendiliğinden bir araya gelmeyi reddediyor.

İdealin işe yaramadığı konusunda bir örnek daha. Siz insanlara, mantıklı bir dille, örnekler göstererek, tarihsel olarak ne tür vaatlerde bulunulduklarını ve nasıl kandırıldıklarını, size vaatlerde bulunanların sizin onlara duyduğunuz güveni nasıl kişisel çıkara tahvil ettiklerini anlatıyorsunuz. Sonra, nasıl olması gerektiğini, bunu sizin olduracağınızı açıklıyor, size güvenmelerini istiyorsunuz. İdeal bir durum, değil mi? İkna olmalarını beklersiniz. Ama onlar gidiyor, onların umutlarını ve beklentilerini boş çıkaranlara güven tazeliyor yine.

Bana öyle geliyor ki, ideal ile pratik iki ayrı düzleme ait. İdeal zihne ve bilince, mantıklı düşünmeye, verilere ve sebep sonuç ilişkilerine ait. Pratik ise içgüdüye, tarihsel gelişmeye, bizi dört ayak üzerinden kaldırıp bu güne getiren sürece. Varlığımızın sebebi içgüdü, ya da bir başka deyişle evrim ise, idealin pratiğe galebe çalması mümkün mü?

Bence değil. Bence ideal kafada, pratik sokakta olduğu sürece, pratik ideali yenecektir.

İdeal belki gündelik hayatta pratik karşısında çaresiz. Ama ideal, kafamızdan çıkıp kalbimize yerleşen bir şey. Onsuz olmuyor, onun verdiği umuda ihtiyacımız var. Onun doğru olduğunu, varacağımız yerin o olması gerektiğini biliyoruz.

Benim için ideal bir işaret feneri. Adımlarıma yol veren. Pratiğin çamurlu yollarında gözümdeki ışıltı. Hedef. Gerçekleşebilmesi için onun bir hedef olduğunu fark etmek gerek. Onu şimdi sokakta bulmayı beklemek yerine, uğruna çalışmak gerektiğini. Bu günden ona yol açmak gerektiğini. İdeali oluşturan bilinç, veri toplama ve mantık yürütme sürecini, dolayısıyla zekayı, ideali oldurmak için kullanmak gerektiğini. Bu uğurda, yeri geldiğinde pratikten kopya çekmek gerektiğini.

Bir umut, ütopya gerçekleşecek. O gerçekleştiği zaman, ufukta yeni bir tanesini göreceğiz, gözlerimizdeki ışıltı o olacak. Ona doğru yola koyulacağız.

Çünkü ütopya geleceğe ait. Bugün imkansız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder