27 Ağustos 2010 Cuma

Şehrin tam ortasında yaban hayatı...

En az on senedir uykusuzluk çekiyorum. Peşin peşin söyleyeyim, fi tarihinde evsahibimin ima ettiği, hayır, açık açık söylediği gibi psikolojik değil, tamamen komşusal ve çevresel. Komşusal ve çevresel faktörler, onların ya da benim tatile çıkmamız gibi yöntemlerle ortadan kaybolduğunda, uykusuzluk da kendiliğinden ortadan kayboluyor.

Ama konu bu değildi. Fi tarihinde evsahibim olan ve üst katımızda oturan amca her sabah dört buçuk, beş gibi, takunyalarıyla evde dolaşarak uyandırırdı beni. Takunya olduğunu görmedim, ama bu ak sakallı amcanın Hollanda tarzı tahta sabolar giydiğini hiç sanmıyorum, bu yüzden olsa olsa takunya olabilirlerdi. Çocukluğumdaki yumuşacık tokyolardan armağan etmeyi ciddi ciddi düşündüğümü hatırlıyorum. Ama dediğim gibi, konu bu değil. Gün doğmadan hemen önce uyanıp, sıradan insanların uyanmasını beklerken, ister istemez sabahın seslerini dinlerdim. Ve o günlerde yaşadığım semtte, evin önündeki bir avuç yeşillikte, gün ışımaya başlamadan hemen önce bülbül sesleri duyardım. O kadar tatlı gelen başka ses bilmiyorum.

Gel zaman git zaman, takunyalı ev sahibimizin evinden iki durak ötedeki, bir başka eve taşındık. Burada, üst katımda oturan takunyalı biri yoktu, ama bizim köpeklerimiz ve sokak köpekleri vardı. Bütün gün, ama özellikle de saat gece ondan sonra (ya da belki ben o zaman farkına varıyordum, bilmiyorum) birbirlerine serenat yapmaktan hoşlanıyorlardı. Kimin başlattığını hatırlamıyorum, çünkü uykusuzluktan bulanıklaşmış zihnim başlangıcını saptayamıyordu. Bir grup havlama sürecini başlatıyordu, sonra diğer grup karşılık veriyordu, sonra birincisi ikincisine yanıt veriyordu vesaire, vesaire. Ama en güzeli, tam penceremin dibine dikilip, bütün mahalleye, hatta karşı mahallelerdeki havlamalara laf yetiştiren köpekti. Nasıl da ritmik bir biçimde havlardı: hav-ha-hav... hav. hav-ha-hav... hav. Ama konu bu değil. Uyumaya çalışır, ama ümitsizlik içinde dönüp dururken, evin arkasındaki küçük korulukta, el ayak çekildikten sonra yükselen kuş seslerini dinlerdim. Şehir sessizleşirken onların sesleri yükselirdi ve dinleyen kulaklar için, sabaha kadar devam ederlerdi. Arada aralarına bir baykuş ötüşü katılırdı. Gerçekten. Baykuş ötüşlerini yakındaki metruk bina ile ilişkilendirirdim nedense ve önyargıların aksine, benim hoşuma giderdi. İçimdeki, uykusuzluktan kaynaklanan öfke ve çaresizlik içinde, tatlı bir şurup gibi akardı o sesler.

Gel zaman, git zaman... Semt değişti. Ne takunya sesleri, ne de havlamalar var burada. Ama şimdi, kendi yaşam şartlarından dolayı eve 11'den önce gelmeyen ve sabahın iki buçuğuna kadar dolap kapaklarını ve kapılarını tekrar tekrar açıp kapatmak zorunda kalan komşularım var. Sonra, saat, dört buçukta herşey tekrar başlıyor. Aynı komşular mı, yoksa ince duvarlar yüzünden farkı fark etmediğim ayrı komşular mı, diye sormayın, o saatte anlayacak durumda olmuyorum. Ama konu bu değil. Şu an saat 04:22 ve ben cırcır böceklerini dinliyorum. Endişe içinde beklediğim ve uykusuzluğumun sebebi olan gümlemeler arasında, ruhuma huzur veren vahşi hayat sesleri bunlar. Neden huzur verdiğini bilmiyorum, belki de çocukluğumdan hatırladığım, çam ağaçları arasında yaptığımız yaz kamplarını hatırlattığı içindir. Sebep ne olursa olsun...

Koskoca şehrin içinde minik yaban hayatı parçaları bulduğumda mutlu oluyorum. Yaban hayatının biz yabani medeni insanlar yüzünden yok olmadığını gördükçe, minicik şehir parçaları içinde kendi habitatlarını koruyup yaşadıklarını işittikçe, doğanın bize rağmen varlığını sürdürdüğünü gördükçe... Kedi boyutunda vahşi kedigillerin İstanbul cengelinde hayatta kalma mücadelesini kazandığını; başıboş köpekgillerin içgüdülerine uyup, çeteler oluşturup, National Geographic Channel belgesellerine taş çıkaran hayatlar yaşayıp ürediklerini... Baykuşları, bülbülleri, hele pek çok insanın farkında bile olmadığı tarla farelerini, sıçanları saymıyorum bile.

Medeniyet? Hah! Ben size söyleyeyim. Korunaklı apartmanlarımızın içinde, ormanın tam ortasında yaşıyoruz. Bülbüller değil şehrin ortasında yaşamaya çalışan. Asıl biz ormanın ortasında hayatta kalma mücadelesi veriyoruz ve aksi olduğunu hayal ediyoruz.

Asıl konu buydu işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder